Yaz boyu bolca karşılaştığımız farklı sima ile şimdi artık vedalaşıyoruz. Her sene olduğu gibi bu sene ilkbaharda da, kapalı kapı ve pencereler yeniden açılmış, yanmayan ocaklar yeniden harlanmıştır.
Fındık ve çay toplanacak, belki düğün dernek beraberce kurulacaktır çünkü. Şehrin heyülası keşmekeşi, sıcağı yoruyordu. Bir memleket serinliği almak gerekti. Hep gidilmeyecekti ya uzak diyarlara yaban ellere şimdi. Harman kokulu ata yurduna varılmalı, dolmuş duraklarında, cami avlularında, düğün veya cenaze sohbetlerinde güç veren o tada ulaşılmalıydı. Gerekliydi de.
Bu topraklarda doğduk, bu topraklarda büyüdük. Evler kurduk, çocuklar büyüttük. Başlamak için Amerika’yı yeniden keşfetmeye ne gerek vardı ki?
Pençe atılmış ayakkabı ayağımızda, düğmesi sökülmüş soluk önlüğümüzle, okul yollarını yürüyerek tahsile başlamıştık. Kuytu köşelerde ezber yapmaya çalışmıştık.
Veyahut ayağımız toprağa, dilimiz dudağımız harfe cümleye değmişti buralarda.
Ahırların yanıbaşından aynalıları sarı kızları önümüze katıp, yaymaya götürmüştük sonra.
Elma ağaçlarının altından sepetimize, düşen meyveleri derlemiştik..
Ağlamıştık veya gülmüştük.
Hiç sıfırdan başlanmaz ki. Bir küçük heceyi diğerine ekleyerek kurulur hayat.
Gitmeler ve inatla kalmalardan fayda umulur mu memlekete?
Muhabbetle taş üstüne taş koyanın faydası vardır bir tek bize..
Selam ile…