Sadece gürültü yapıldı diye, ikisi çocuk, beş kişilik bir aile yok edildi Ankara Sincan’da.
1960 sonrası köylerimizden, taşı toprağı altın dediğimiz şehre göçerken, bunu mu hayal etmiştik? Acaba hangi güzel hasletimizi geride bırakmıştık?
Modern yaşam diyerek “ortak yaşama olgunluğundan” uzak mı düşmüştük? Şehrin kalabalıkları arasındayız diyerek kendimizi görünmez mi zannetmiştik? Yoksa aile yapısının mühim olduğunu mu unutmuştuk?
Oysa ne güzeldi köylerimiz. Birbirimizi tanıyıp bildiğimizden, karşılıklı bir oto kontrolümüz vardı. Hatalarımızı içimizde tolere edebiliyorduk.
Devletimiz ve yöneticilerimiz, yarım kalan bu yönlerimizi kapatacak bir vizyona sahip olmalı öncelikle.
Köy veya şehir, aslında farketmez. Tüm iyi niyetiyle hayatı kolaylıkla yaşamak isterken, bozuk yollarda çamura bulanan, elektrik – su – internet, sağlık – eğitim, iş ve aş imkanlarına (ulaşamayan) vatandaş, ferahlamak isterken strese girmiş olabilir mi? Bu sorgulanmalı ayrıca.
Yaşanan sorun, hep acil durum ve pansuman tedbirleri ile mi giderilmeli?
Ayrıca oluşan fatura, sorunları çözmeyen, çözemeyen, hatta görmezden gelen, hangi birimiz ise, onun üzerine yazılmalı değil mi?
Afiyetle kalınız…
Çok doğru tesbit kardeşim Köy hayatı gibisi var mı ?Kıymeti her geçen gün artıyor
stresten uzak,doğa ile içiçe …
Güzel konuya parmak bastın.
Toplum olarak Kanayan yaramız maddi rahatlık umuduyla şehirde yaşamayı ısrarla tercih ederken huzurlu yaşamdan feragat ediyoruz.
Hayırlı Günler