Cemre toprağa düşmüş, gelecek baharın muştusu hissedilir olmuştu.
Kilerde erzak azalınca, evdeki çocuk ihtiyar, yemek kotarmak yine başa düşünce, belindeki peştamalın bir ucunu kuşağının kenarına sıkıştırıp bohça gibi yaptı, elindeki orak ile bahçeye indi kadın…
Uzun geçen bir kışın ardından, tarla ve yol kenarlarındaki ısırganla… Musa peygamberle büyük tufanın ardından aşure ziyafeti yapar gibi; belki de kim bilir ordaki kadar şen şakrak kaşık sallamak mümkün olur muydu?
Bak! Kıyı bucak, mor menekşeler, sümbüller arasında bal toplayan arı ve kelebek gibi, koşup zıplayan çocuğu vardı ya yanıbaşında, akşama sarımsaklı sırgan yemeğinden kebap tokluğunun alınması, pek ala da olurdu. Sonra; sofradaki görüntü belli belirsiz gözlerinde belirdi…
Uzandı, avuçları yakan sırganın tepesini toparladı ve ihtiyacı kadarını orağı ile aldı, peştemalının içine koydu.
Onlar yuvasında bekleyen birer serçe yavrusu gibi masumdu.
*
Pencerede pişen yemekteki, “tedarik edilen malzeme üzerine, tertemiz bir mana var ise” ancak; herkes daha bir mutlu, daha bir mesuttu.
Korunmalı, muhafaza edilmeliydi. Bu idi işin sırrı.
Bir tutam bulgur, bir baş kuru soğan, bir bardak su belki … Veyahut şehirlerin o büyük zincir marketlerinin ucuz pahalı her ne var ise “Jan janlı markaları”ndan bile olsun, yine de değişmezdi bu..
…
Muhabbetle kalınız.
YA SIRGAN YA ISIRGAN
Bizim Beşikdüzü’nde;
Mısırın çiçeğine “doran”
Yamacın sırtına “kıran”
Parmak gibi gınnaba “urgan”
Isırgan otuna “sırgan”
derler.
Bu Yazıyı İlk okuyana =Siftiye
İkinci okuyana da=Siftiye Peşi derler.
Siftiye Benim.