Gül kokulu tahta salıncakta salladı bir sağa bir sola; saçları rüzgarla salındı küçük kızın.
Öyle bir şefkatla kavradı, kucakladı ki onu kendi elleri ile hazırladığı, sarmaşık güllerle örülü tahta salıncağa yerleştirirken, nazenin bir mücevhere dokunur gibiydi…
“Çok bekledik, rabbim şimdi nasip etti” cümlesi dökülmüştü dilinden. Gönlünün inceldiği anlarda ona karşı tavırlar adeta işkenceydi önceleri, sualler; sözler ise eski ve de ölümlü… Şehir yanlızlığındayken, imdat çığlığı duyulmuş duasını Yaradan kabul buyurmuştu.
Bu yüzden daha bir gönülden sarıldı hastahane koridorunda kucağına verilen pembe kundağa. Yaklaştırdı kalbine, sıcaklığını hissetti, yumuk ellerine dokundu. Gözleri buğulandı. Üzerine bebek kokulu bir huzur indi.
Öyle bir huzurdu ki; daha çok cenazelerde gördüğümüz fırtına sonrası sakinliğiydi bu…
Hatta daha da farklıydı; dolu dolu bir baştan yenidan başlamaktı.
Onun için gayrı bundan sonra durmamak gerekti, oyun evi, oyuncaklar, kerpetenle, testereyle, kazmayla… Küçük ama kullanışlı koşup oynayacağı bahçe hazırladı. Mor saksılara kar beyaz papatyalar, duvarın üzerini örten sümbüller ekildi. Bahçenin bir köşesi ekim için hazırlandı, mısır, kabak, fasulye, domates, biber tek tek dikildi.
Cansuyu verilirken toprağa, yüzlerde bir tutam tebessüm; “ bahçeden sağlıklı mama, yemek nasıl hazırlamak gerek” diye sohbetler dillendirildi. Umut ekildi; mutluluk biçildi hâsılı. Cennet bir tomurcuğa bir baharı eklemekti
ve her lokmada, o bir tutam cennet kokusunu
cümlemizin de alabilmesi duası ile…